Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu hafta İspanya’daydı. Avrupa’da Filistin’i devlet olarak tanıma konusunda liderlik yapan Başbakan Pedro Sanchez’e ‘dirayetli duruşundan’ ötürü teşekkür etti. İspanya’nın Filistin’e desteğinin tarihi geçmişini anlamak için 1970’li yıllara dönmek ve General Francisco Franco dönemi sonrasına bakmak gerekiyor. 80’li yıllara doğru özellikle sol partiler ‘ezilenlerin yanında olma’ dürtüsüyle Filistin davasına hep sempati duydu. Bu desteğin halk nazarında da bir karşılığı oldu. İspanya bu sebeple İsrail-Filistin arasındaki savaşın bitirilmesi için 90’lı yıllardaki barış konferanslarına ev sahipliği de yaptı. 

Haberin Devamı

Tarihi geçmiş ve siyasi duruşun yanı sıra, mevcut Başbakan Pedro Sanchez’in kimliğine de bir parantez açmak gerekiyor. Sanchez, zor zamanlarda zor kararlar almayı başarabilen bir siyasetçi olarak biliniyor. Gazze’de yaşanan vahşete daha fazla sessiz kalmama kararı takdir ediliyor. Ancak Sanchez, ‘eşinin isminin karıştığı yolsuzluk iddialarıyla koltuğunun sallandığı bir dönemde, ülke içindeki tozu dumanı dağıtmak için dikkatleri dış siyasete çevirmekle’ de eleştiriliyor. Ne olursa olsun, Sanchez bu kararı aldıktan sonra peşinden üç ülkeyi daha getirmeyi başardı. İrlanda, Norveç ve Slovenya. Aslında bu ülkeler arasında Malta da vardı ama Valetta hükümeti yolu diğer ülkeler gibi tamamlayamadı. O süreçte ne yaşandı ona da bakalım, zira orada Malta kendi çapında bir direniş mücadelesi veriyor. 

İspanya’nın dirayeti, Malta’nın direnişi

Malta’ya ABD baskısı 

Her şey aslında İspanya Başbakanı Pedro Sanchez’in geçen mart ayında Filistin devletini tanımayı planladıklarını açıklarken, kendilerine destek verecek ülkeler arasında Malta’yı da saymasıyla başladı. Malta 520 bin nüfuslu, Orta Akdeniz’de konumlanan bir adalar devleti. Yüzölçümü, Ankara’nın Çankaya ilçesinden biraz büyük, 316 kilometrekare. Küçük bir ülke olsa da Filistin davasında, yüzölçümleri kıtalara yayılan ülkelere göre daha dik durabiliyor, minik de olsa adımlar atabiliyor. En son BM Genel Kurulu’nda Filistin’in BM üyeliği teklifine ‘evet’ oyu vermesi gibi; ama gücü de bir yere kadar yetiyor. 

Haberin Devamı

Malta, Nisan ayında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) başkanlığını yürütüyordu. O dönemde Filistin, BM’ye tam üyelik teklifinde bulundu. Washington bu oylamanın ertelenmesi için Malta üzerinde büyük bir baskı kurdu, ama Malta oylamayı erteletmedi. ABD vetosu ile sonuç alınamadı ama yine de Malta’nın duruşu önemliydi. Lakin Malta daha ileri gidemedi, Filistin devletini tanıma konusunda frene basmak zorunda kaldı. 

Malta basınındaki haberlere göre, Dışişleri Bakanı Ian Borg deyim yerindeyse ‘koşarak’ Washington’a gitti ve diplomatların ifadesiyle ‘Malta’nın Filistin devleti sorununa yaklaşımı bu ziyaretin ardından önemli ölçüde değişti’. Malta hükümeti ise ‘ABD baskısı olduğu’ iddialarını şiddetle reddetti. Hatta Malta Dışişleri Bakanı ABD’li muhatabı ile yaptığı görüşmede konunun gündeme gelmediğini söyledi; ama bu durum ülkede hâlâ bir mesele olarak tartışmaya devam ediyor. 

Bu tabloya iki türlü bakabilirsiniz: 1- ABD, İspanya’yı, Norveç’i, İrlanda ve Slovenya’yı ikna edemeyince Malta’ya yüklendi, 2- ABD’nin gücü bu süreçte sadece Malta’ya yetebildi. Neresinden bakarsanız bakın Malta’nın verdiği mücadele yine de nüfuzu ve gücü ile kıyaslandığında saygıdeğer bir mücadele. Dahası, Valetta hükümeti meseleyi buzdolabına kaldırmış da değil. Hükümet sözcüsünden gelen son açıklamayı paylaşalım: ‘Malta yakın zamanda, böyle bir tanımanın olumlu bir katkı sağlayabileceği ve koşullar uygun olduğunda Filistin’i tanımaya hazır olduğunu teyit eder.” Bu açıklamadan sonra ‘uygun koşullar nedir?’ sorusunun sorulması haklı ve doğru olsa da Malta’nın perde arkasında verdiği mücadeleyi de yabana atmamak lazım. Ayrıca Filistin’in akredite bir büyükelçisinin Malta’da yerleşik olduğunu da hatırlatalım. 

OSZAR »