Kadınlara dair bu toplumda yerleşmiş – çoğunun gerçekle alakası olmayan – bir takım inanışlar, yine kadınlar tarafından beslenip büyütülmeseler muhtemelen sonları gelecek. Misal, her kadın evlenmek ister, hepsinin emeli bir beyaz atlı (veya atsız, aslında koca çıtası çok yüksek sayılmaz) prens bulup nikâh masasına oturmaya ikna etmektir. Böylece ‘dünya evi’ne girmiş, sonsuz mutluluğun anahtarını cebine koymuş olur. Erkekler neden o cennet gibi ‘dünya evi’ne girmek istemez de katakulliye getirilmiş sayılırlar, orası muamma. Bir deli kuyuya bir taş atmış, nesiller bu inanışla büyüyor.

Haberin Devamı

Neyse ki mutlu bir hayatın anahtarının evlilikte ya da ilişkide değil kendi isteklerimiz, yeteneklerimiz, hayallerimiz doğrultusunda bir yol çizebilmekte olduğunu bilen kuşaklar bütün dayatmalara rağmen geldi, geliyor. Bir de kadınlar bu son derece erkekten yana bakış açısını benimseyip devam ettirmese…

Bu anlamda örnek teşkil edecek bir sohbet izledik bu hafta. “Ru” adlı dizide 38 yaşında kendisinden 20 yaş genç bir erkekle aşk yaşayan Reyan’ı oynayan Meryem Uzerli, bütün doğallığı, neşesi ve ışığıyla Hülya Avşar’ın konuğu olmuştu. Program bir süre Meryem Uzerli’nin karşıdan gelen hamleleri neşesiyle göğüslemesiyle devam etti, sonunda o bütün hafta sonu konuşulan meseleye geldi iş: “Bir türlü oturtamadın” dedi, Hülya Avşar karşısındaki son derece de oturmuş görünen, başarılı, sağlıklı, iki çocuk sahibi, gözlerinden neşe fışkıran kadına.

Keşke hepimizin bu tür soruları o çocuksu hayretle karşılayacak özgüveni olsa. “Anlamadım?” diyebilsek ve sahiden anlamasak. Meryem Uzerli gibi “Belki çok güzel oturttum?” desek, ne anlama geliyor ‘oturtamamak’? Ya da ‘oturtmak’ nedir? Maalesef tam da bir adamı oturtman gereken masadır. Hemen ardından “Hiç evlenmedin değil mi sen? Aaaaa niye evlenmedin?” şaşkınlığı geliyor ve beraberinde acıma: “Niye evlenmediler seninle?”

Hani orada “Ah ne bileyim, almadılar beni” falan gelse şahane olacak, beraber güveysiz evde düzen kuramamak üzerine dertleşecekler, tek başına hayatın zorluğu, yalnızlığın Allah’a mahsusluğu derken mis gibi bir mağdur sohbeti gerçekleştirilebilecek.

Haberin Devamı

Gelgelelim, ilk kızı Lara’nın gelişinin nasıl bir sürpriz olduğunu, onun da bu sürprizi nasıl alıp kabul ettiğini öyle içten ve güçlü anlatıyor ki Uzerli, ortada mağdur yok. “Bu adam benim için doğru kişi, onunla evlenip çocuk yapabilirim” diye planlamamış, bu çocuk gelmiş, o da onu doğurmuş. O sırada babasıyla ayrıymış zaten, şu anda çocuk mutlu, anne mutlu, baba mutlu, büyük olasılıkla herkes sırf çocuk var diye sürdürülen bir evlilik içinde olduğundan daha mutlu. Birbirlerini dost olarak seviyorlar, daha ne?

Hülya Avşar ikna olmuyor ama. Ayrıldığı halde neden doğurmak istediğinin illa erkeğe dair bir cevabı olması gerekiyor. Mesela, “Çok mu âşık oldun?” Hani var ya Yeşilçam filmlerinde falan, sırf adama olan aşkından çocuk doğuran kadınlar, onlar gibi. Meryem Uzerli’nin buna verdiği “Neye?” cevabı da bence müthiş. O derece orada değil kadın, “hayat bana bir varlık getirdi, ben de onu kabul ettim” diyor. Son darbe denemesi “Çocuk olacaksa Türk erkeği mutlaka evlenmek ister ve evlenir.” Bu iddianın gerçekle alakası olmadığını ispatlayacak sayısız örnek verilebilir ama ne gerek var…

Haberin Devamı

Biz en iyisi Meryem Uzerli’nin sorduğu “Aşk ne zaman başarılı ki?” sorusuyla bitirelim sözü. Biriyle beraber olup ölene kadar ite kaka sürdürürsen o bir başarı mı? Ya da güzel bir ilişki yaşayıp birbirinden nefret etmeden dostça ayrılırsan o bir başarısızlık mı?

OSZAR »