Türk dizi tarihinden unutulmazlarını sıralayacak olsak “Behzat Ç.” birçok dalda listeye girer. Unutulmaz sahneleri, unutulmaz replikleri, unutulmaz karakterleri var ve bu karakterlerden gidişiyle en çok üzen, Canan Ergüder’in hayat verdiği Savcı Esra’ydı. Ölümünün üzerinden 13 yıl geçmiş, hâlâ onun ağzından dökülen “Dünyanın ekseni kaydı Behzat, 12 santim yerinden oynadı. Sen bana bir santim bile yaklaşmadın”dan daha vurucu isyan cümlesi duymadık bir dizi karakterinden. Âşık çiftler hâlâ birbirlerine “Ben seninle mutsuzluğa da varım” diyor şuursuzca, Savcı Esra’dan ödünç alarak. Ve hem şaşırtan hem sevindiren haber; Savcı diziye geri dönüyor. Ağustos ayında yayınlanacağı duyurulan yeni sezonda Canan Ergüder de var ve karakterimiz bu kadar yıl nerelerdeymiş sorusunun cevabı henüz sır.
Bu sene çok konuşulan platform dizisi “İstanbul Ansiklopedisi”nde de izlediğimiz Canan Ergüder, Mirgün Cabas’ın YouTube kanalına konuk oldu ve Savcı Esra
Uzun süredir hiçbir albümün bu kadar heyecanla beklendiğini, insanların birbirine “Hadi ama ne zaman?” diye sorduğunu, geri sayım şeklinde beklendiğini görmemiştim. Albüm çıkmaz oldu ki beklensin. Ancak tek tek şarkılar düşüyor online platformlarda önümüze ve bu aslında benim müzik dinlemeye başladığım yılların beklentisini tam da karşılamıyor.
Dinozor muhabbetini bir tarafa bırakırsak; sekiz senedir albüm yapmayan ama tabii ki üretime ara vermeyen Sezen Aksu’nun “Paşa Gönül Şarkıları” adını verdiği albüme kavuştuk sonunda. İçinde kaç şarkı olacağı bile ne zamandır merak konusuydu; şu anda biliyoruz ki 13 şarkı ve bunlardan iki tanesinin (“Gemiler ve “Şuh Nefes”) farklı versiyonları mevcut albümde.
Adından anlaşılacağı gibi paşa gönlünün istediği şarkıları seslendirmiş, kaydetmiş. Ağırlıklı olarak kendi söz ve besteleri elbette. İstisnaları sayalım: Açılış şarkısı olan “Linç”in bestesi oğlu Mithat Can Özer’e ait, “Şuh Nefes”in bestesinde Muhammed Yahya
Kadıköy’ün dışarıdan kendini göstermeyen küçük sahnelerinden birindeyiz. Sokaktan direkt salona giriyoruz neredeyse. Karanlık. Sahnede genç bir adam, elinde darbuka, gelenlere laf atıyor. Salonda en ışıklı nokta, darbuka çalan hikâye anlatıcısı adamın gözleri. Yaşadıklarının ağırlığına, anlattığı hikâyenin karanlığına inat ışıl ışıl parlıyorlar. Adı Diyar. Seyirci yerini alırken o şarkıdan şarkıya geçiyor. “Bunu bilmiyor musunuz? O zaman öteki”. Reaksiyon alana kadar.
Birazdan bize bildiğimiz bir hikâye anlatacak. Bir sürü de bilmediğimiz şey. Hangisi gerçekten oldu, hangisi hiç olmadı, hangisi tam öyle olmadı, bütün bunlar yaşandı mı, anlattığı kimin hikâyesidir bilemeyeceğiz. Ama öyle bir anlatacak ki kapılıp gideceğiz.
İstanbul’da başlayacak hikâye. İklim krizinin vurduğu bir dünyada, büyük kuraklığın ilk aylarında. Musluklardan su bulanık akmaya yeni başlamışken. İnsanlar telefonlarına indirdikleri uygulamadan barajlarda suyun bitişini izlerken. Ama daha kafalarına kaldırım taşı kadar dolular yağmaya
Çocukken büyümek için sabırsızlanır ya insan. Çok eğlenceli bir şeydir yetişkin olmak, yapabileceğin o kadar çok şey vardır ki. Resim, müzik, dans, hepsine yeteneğin vardır, sahneye çıkar alkışlanırsın, dünyayı gezersin, kitaplar yazarsın, keşifler yapabilirsin, ödüller alabilirsin, uzaya gidebilirsin… Belki de yönetmen olup kendi filmini çekersin. Hayallerin havada uçuşur, hepsine de yeteneğin vardır. Tek engelin çocuk olmandır, ah bir büyürsen dünyayı yerinden oynatman işten değildir.
Sonrası işte gerçekler… Üniversite sınavı, 18 yaşında hayatına dair vermek zorunda olduğun karar, para kazanma mecburiyetiyle girdiğin işler… Zaman geçer, hayallerin el sallayarak uzaklaşır senden, bir bakmışsın yaş 30 olmuş. Ama sen daha neler yapacaktın.
Bu yıl Adana’dan İstanbul’a pek çok film festivalinde karşımıza çıkan, ödüller alan, en son Frankfurt Türk Film Festivali’nden En İyi Kısa Film ödülüyle dönen “Dilan Hakkında Konuşmalıyız”da 29 yaşına gelmiş Dilan
Bazı yerler var, o kadar güzel ve özeller ki insanlar bozmak için ne kadar uğraşırsa uğraşsın bu güzellik yok olmuyor. Ama uğraşıyoruz yani, bu bir gerçek. Bodrum - Gümüşlük bunlardan biri mesela. Her ayak bastığımda yurtdışında karşımıza böyle bir yer çıksa nutkumuz tutulur, diye düşünüyorum. Küçücük bir koy, deniz, doğa, tarih, ne ararsan konsantre olup içine sığışmış. Güneşin doğuşu büyülü, ayın batışı nefes kesici, bir güzel rüzgârı var, hiç kavrulmazsın, şıkır şıkır denizi, sahilde balık lokantaları, zeytin ağaçları, limonu, mandalinası, ılgın ağaçları, kauçukları… İnci tanesi gibi bir köy. Hani ne istersin ki başka? Bangır bangır bir müzik değil herhalde…
Ben Gümüşlük’e gelmeye başladığımda – ki çok eskilerden değilim - burada müzik yoktu, neredeyse. Bir Jazz Cafe vardı sahilde haftada iki-üç gün adından anlaşılacağı gibi caz dinleyebileceğiniz, bir de Özak vardı koyun sonunda, orada da arada bir konserler olurdu. Yani
İnsanların her an patlamaya hazır bombalar gibi dolaştığı, öfkeli, siniri bozuk bir dönem yaşıyoruz. Haber bültenleri kâbus senaryolarını aratmıyor, sosyal medya iyiden iyiye bir hoyratlık, parmak sallayıp had bildirme alanına dönüşmüş durumda. “Sinirim burnumda, nereye patlasam acaba” diye dolaşıyor insanlar sanki. Neyi yaptıkları için kızsam, neyi yapmadıkları için azarlasam… Bayram gelmiş, en klişesinden bir mesaj yazsam… “Küslerin barıştığı, dargınlıkların geride kaldığı… Mübarek…” Sonra kimler bayramı kutlamamış ona baksam ve onlardan hesap sorsam... İlla bir ayrışma noktası bulsam yani.
Bu bayram, gördüğüm bütün topluca gönderilen süslü bayram tebriklerinin, videolu whatsapp mesajlarının, şatafatlı instagram post’larının arasında tek bir görüntü güldürdü yüzümü. TYT Türk Haber stüdyolarında, ana haber bülteninin sonunda, sunucu Emre Buga beş tane yavru kediyle çıktı seyirci karşısına. Anneleri de yanlarında. “Kanalımızın güzel kızı
Bir konser ancak bu kadar unutulmaz olabilirdi. Guns N’ Roses aylarca beklendi, sonunda geldi ve BKM organizasyonuyla Beşiktaş Tüpraş Stadyumu’nda gerçekleşen konserle herkesin kalbini kazanıp gitti. Birçok detay okuduk haklarında, gelmeden önce. İstanbul’a 100 bavulla geleceklerini, kuliste kadın emeğiyle hazırlanmış yastıklar ve doksan yıllık gül desenli halılarla karşılanacaklarını, grup üyelerinden Duff McKagan’ın eşi süper model Susan Holmes’un kulis görüntülerine hayran kaldığını, grubun şarkılarından melodiler taşıyan kutularda lokumlar ve 24 farklı gülden elde edilen ‘Rose of Anatolia’ yağının hediye olarak düşünüldüğünü…
Hepsi pek güzel ama Guns N’ Roses’ın 2 Haziran İstanbul konserinden ne kalacak geriye? 15 yaşını dolduramamış bir çocuğun ışıl ışıl gözleri ve bir stadyum dolusu ateş böceği gibi geceyi aydınlatan yıldızlar. 24 Ocak 2025’te Kadıköy’de uğradığı vahşi saldırı sonucu hayatını kaybeden, o günden beri vicdan sahibi her kalpte bir ağrı olarak yaşayan Mattia Ahmet
Kahve tuhaf bir alışkanlık, insanda tadından önce adıyla muhabbet çağrıştıran bir içecek. “Hadi bir kahve içelim” bir sürü şey demek, her şeyden önce de sohbet edelim demek. Çay tutkunları için de çay öyle tabii ama bugün konumuz kahve, ben de sabahları zaten yüksek olan kortizol hormonunu (stres hormonu olarak da biliniyor) artırdığı için önerilmese de kahvesiz güne başlayamayanlardanım. Bence kokusunun verdiği mutluluk onu dengeliyordur. Elimde öyle iki kitap var ki; bu mutluluğu katmerlendiriyor: “Topraktan Fincana Kahve”, “Fincandan Lezzete Kahve”. Gastronomi yazarı ve kahve eğitimcisi (Okan Üniversitesi bünyesinde Türkiye’nin ilk üniversite seviyesinde kahve eğitimcisi olarak ders veriyor) Cenk R. Girginol’un Gourmand World Cookbook Awards tarafından ‘The Best of The Best’ dahil pek çok ödüle layık görülen iki kitabı Mundi Kitap tarafından yenilenerek basılmış.
Her şeyden önce, bir ‘yeniden başlama’, bir hayal kurup gerçekleştirme hikâyesi