Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

[email protected]

Tüm Yazıları

Bir bayram daha geçti işte!

Hafta arasına denk gelip aradaki 2 gün de birleştirilince koca bir 9 gün geçirdik ailemizle sevdiklerimizle! Ne kadar yoğun çalışırsam çalışayım, tatile ne kadar hasret kalmış olursa olayım, bayramın en güzeli ailemle! Çoluk çocuk çombak, anne- anneanne- baba, hep birlikte!

Evde çocuktan ergene, ergenden gence muhtelif yaşlarda çocuklar olunca, dans ve müzik de kaçınılmaz oldu bayram boyunca! E tabi dans müziğin tartışmasız kralı kimdir diye sorduklarında tek bir cevap geliyor akla; Micheal Jackson!

Haberin Devamı

15 sene geçti ölümünün üzerinden ama şarkıları hala zirvede, değil yeri doldurmak, yanına yaklaşan olmadı bile! Tüm zamanların en çok satan albümü Thriller’ı dinlerken çocuklarla birlikte, trajik hayat hikayesiyle üzüldüm yine!

9 çocuklu bir ailenin 7. çocuğu olarak dünyaya geliyor Micheal Jackson! Babası Joseph, müziği çok seven, amatör olarak gitar çalan, soğuk, şiddet uygulamaya çekinmeyen, despot ve çapkın bir işçi. Annesi ise sessiz sakin, uyumlu, dindar bir ev hanımı! Her sene çocuk doğurduğuna bakılırsa dışarıda olmaya da pek fırsatı yokmuş zaten. 2 odalı bir evin bir odasında annesi ve babası, diğer odada 3 katlı bir ranzada tüm erkek kardeşler, karşısındaki çekyatta ise üç kız kardeş yatıyor. Çok zor şartlarda, yoksulluk içinde yaşarlarken ağabeyleri babalarının gitarını alıp çalmaya ve babalarından gizlice şarkı söylemeye başlıyorlar. Diğer çocuklar gibi dışarıda oynamalarına izin verilmediğinden haliyle arkadaş da edinemediklerinden müzikle avunuyorlar. Babaları bir süre sonra oğullarının müzikle ilgilendiğini öğreniyor, önce kızıp öfkeleniyor sonra da oğullarının yeteneği ile heyecanlanıyor, hırslanıyor. Saatlerce çalıştırıyor onları ve elinde kemeri ile karşılarında oturuyor. En ufak bir hatanın sonucu malum, o yüzden çocuklar canlarını ortaya koyuyor. Babasından gittikçe uzaklaşıyor Micheal ve annesine sığınıyor. Annesi için; ‘9 çocuğu da olsa, her birine sanki tek çocukmuş gibi davranırdı’ diyor ve onsuz bir hayat düşünemediğini, her fırsatta dile getiriyor. Hal böyleyken 3 çocuğunu, annelerine belli bir ücret ödeyerek ayrı büyütmeyi tercih etmesi haliyle kafaları karıştırıyor. Bunun sebebinin kendini kadın olarak görmesinden mi, narsistik özelliğinden mi olduğu ise halen bilinmiyor. Büyüdükçe yaşlı, ünlü ve güzel kadınlara özenmeye başlıyor, onlar gibi kokmak, onlar gibi bakmak, onlar gibi muhteşem ve büyüleyici olmak! Michael hayatı boyunca kadın parfümü kullanmış biliyor musunuz, cinsiyetler arasında hep sıkışıp kalmış!

Haberin Devamı

Michael Jackson’ın estetik ameliyatlara düşkünlüğü, burun ameliyatları ile başlıyor ve 10’dan fazla burun ameliyatının ardından yeterli kıkırdak kalmayınca plastik takma burun yapılıyor. Sonrasında da gözleri, yanakları, dudakları hatta çenesi için bile ameliyat oluyor. Meğer ardı arkası kesilmeyen ameliyatların sebebi çok benzediği söylenen babasının siluetinden uzaklaşıp zarif, güzel ve beyaz bir kadına benzemeye çalışmakmış, sonradan anlaşılıyor!

Konserler, albümler, ödüller derken Michael Jackson’un yükselişi inanılmaz bir hızla oluyor. Ancak büyüdükçe tuhaflaşıyor, ünlü oldukça yalnızlaşıyor. Kendisini, yatağının altındaki bir kafeste 30 tane fare beslerken bulan annesine; ‘Hayvanlar benim dostum, beni anlıyorlar, insanlar gibi arkamdan vurmuyorlar’ diyecek kadar mutsuz ve umutsuz yaşıyor. Zaman geçip de şöhreti alıp başını gidince, Michael giderek sadece çocuklarla arkadaşlık kurabilir hale geliyor. Para kazandıkça, her istediğini alabiliyor, yaşayamadığı çocukluğunu geri kazanmak istiyor. Evini İçinde lunaparkı, hayvanat bahçesi ve bir çocuğun isteyebileceği her şeyin olduğu bir oyun parkının içine yaptırıyor adını da Peter Pan’dan esinlenerek  Neverland koyuyor. Öyle ki eve Disneyland’dan kostümlü oyuncular gelip masalları canlandırıyor, Peter Pan kostümleri ile şarkılar söyleyip küçük arkadaşları ile kurabiye yiyerek süt içip aynı yatakta uyumak istiyor.  Pedofili olmakla sapıklıkla suçlanan Micheal, belki de sadece yaşayamadığı çocukluğunu arıyordu, haksızca ondan alınan!

Haberin Devamı

Vefatının 15.yıldönümünde çok sevdiği çocuklarla anıyoruz Micheal Jackson’ı!

Moonwalk yürüyüşüyle robot dansıyla müziğin efsane kralını! Büyümüş bir bedenin içinde sıkışıp kalmış, yalnız bir çocuğun hüzünlü masalını!

Işıklarda ışıklarda uyu, çocuk kalpli büyük adam!

Umarım orada yaşıyorsundur, burada çalınan hayatını!

……………………………..*…………………………………

Ru

Tatil 9 güne çıkınca, sıcaklıklarda cehennemi aratmayınca, klimayı açıp televizyon izlemek en popüler aktivite oldu valla! Tatil beldelerine kâh kalabalıktan kâh pahalılıktan gidilemiyor olması da cabası! İşte bu da, izlenilemeyen dizilerin bitirilmesi, yeni gelen filmlerin kolaçan edilmesi bakımından da bir fırsat ayrıca!

Bir dijital platformda, geçtiğimiz hafta vizyona giren Ru dizisi de bunlardan birisi!

Daha vizyona girmeden, hakkında spekülasyonlar başlayan, tabu konusuyla hakkında konuşulmaya başlanan dizi, kaçıp giden Hürrem Sultan’ımızla yeniden kavuşturdu bizi!

Başrolde, Muhteşem Yüzyıl diziyle meşhur olan, sonra da ‘Tükenmişlik Sendromuna yakalanarak tası toprağı toplayarak kaçan Meryem Uzerli ile Burak Berkay Akgül, Şevval Sam, Emre Karayel, Derya Alabora, Zafer Algöz’ün oynadığı dizi, ortalığı biraz karıştıracak gibi!

Polonez mitolojisinde bereket tanrısı, tasavvufta ruh, kalp, akıl, eski dilde yüz- çehre anlamına gelen Ru dizisi, 38 yaşında bir kadın olan Reyan ile 18 yaşındaki Uzer'in Ege'deki bir sahil kasabasında yaşadığı sıradışı aşk hikayesini konu ediyor. Fettan işkadını Ender karakterinden hasta anneye dönüşen Şevval Sam ile 1 Erkek 1 Kadın’daki müthiş performansıyla tanıdığımız Emre Karayel’in o diziyi halen devam ettiriyor gibi davranması şaşırtmış olsa da izleyenleri, radikal bir konunun işleniyor olması açısından izlenebilir sanki!

Annesi kanser hastası olan üstün zekalı 18 yaşında bir delikanlının, eşiyle birlikte Ru isimli restoranı işleten, kendinden 20 yaş büyük bir kadınla yaşadığı aşk, bazı toplumlarda hele de bizim toplumda bek rastlanan, anlayışla karşılanan bir durum değil malum! Tamam Kadırgalı bacımız- Seda Sayan’ımız bir yere kadar bizi alıştırsa da buna, yine de önyargı oluyor illa!

Gerek Hollywood’da, Bollywood’da gerekse de Türk Sinemasında ileri yaşlarda çiftlerin aşklarına sıklıkla rastlasak da ya da yaşlı erkek- genç kadın birlikteliği sık görülse de güncel hayatta, çok sık karşılaşmıyoruz yaşlı kadın- genç erkek aşkına!

Geçtiğimiz ay vizyona giren, başrolünde Oscar ödüllü Anne Hathaway’in oynadığı ‘Sen İhtimali’ filmi de 40 yaşındaki bekar bir anneyle 24 yaşındaki şarkıcının aşkını anlatıyor. Bilemiyorum şu aralar, bu tarz aşklar mı moda, her şey gibi aşka da format mı atıldı acaba?

Hayatın elinden kaymaya başladığını hisseden insanın, hayata gençlik ile tutunma isteği bence bu tür ilişki. Olgunluğun zarafeti ile gençliğin enerjisinin tutkuyla birleşmesi! İçinde topluma meydan okuma isteği, baskılara direnme cesareti de bulunduruyor bence bu tür ilişki, yasaklar hep caziptir ne de olsa değil mi!

Bu ilişkinin lokomotifi, cinselliktir pek tabiki! Genç, istekli ve hevesli bir cinsellik isteyen kadın ile ne istediğini bilen, özgür ve tecrübeli kadın arzu eden erkeğin, hormon yolculuğudur. Kadının beden yaşı ile erkeğin zeka yaşı, tutuyorsa birbirini, tutuşabilir ilişkileri!

Valla ne diyeyim, alan razı veren razıysa halt etmiş terazi!

Ben de ahkam kesmekten korkuyorum burada,

Çünkü kınadığın her şeyi, illa yaşatıyor Allah! 

……………………………….*…………………………….. 

Keskin Bıçak

Bayram sofralarını çok severim ben! Ailemle çoluk çocuk tüm sevdiklerimle uzun, neşeli, bereketli bayram sofralarını!

Masanın bir ucundan bir ucuna, elden ele giden tuzlukla duygulanır, kahkahaların yarenlik ettiği anılarda umutlanırım.

Yine böyle bir bayram sofrasında açıldı mevzu! Ailecek Beşiktaşlı olunca, konu futbola geliyor illa! Futbolculardan, spor yazarlarından bahsederken konu ona geldi birden! “

“En harbi Beşiktaşlılardan biriydi” dedi babam onun için! “En beyefendi, ahlaki değerlere sahip olan, Beşiktaşlı duruşu olan!”

Beyaza çalan kır saçlarıyla spor yazarıyken tanıdım ben Vedat Okyar’ı! Polemiğe girmez, yazacağı neyse yazar, sözünü esirgemezdi. Malum bir kadının dikkatini çekmek kolay değildir futbol konusunda, yazdıklarıyla benim dikkatimi çekmişti ama!

‘Ohooo sen bir de futbolcuyken yaptıklarını, söylediklerini bilsen’ dedi babam! Bir gün maç sırasında, faul yapılınca hakem; "Tekme attın mı?" diye sormuş Okyar’a! O da; "Attım hocam" deyince hakem; “O zaman cıkmak zorundasın" diyerek kartı göstermiş. Sonrasında niye böyle dediğini soranlara da; “Ne yani hakeme Beşiktaş formasıyla yalan mı söyleyecektim utanmadan?" diye cevap vermiş. Yine bir seferinde Besiktas-Valeranga maçı öncesi rakip için söylediği; “Bunlardan futbol takımı olmaz! Olsa olsa iyi bir işçilikle oturma odası takımı olur" söylemiyle gündemi yıkmış geçmiş.

Hepsi iyi hoş da beni etkileyen şey, bambaşkaydı!

Vedat Okyar, Asuman Hanım'la evlendiğinde akrabalarıyla ilgili bir ricada bulunmuş. Akrabalarıyla konuşmak, görüşmek istemeyen Okyar, eşinden de aynısını rica etmiş. Bir gün eve geldiğinde evde içinde akrabalar dahil misafirler olduğunu görüp eşinden de; “Ee ne yapayım, geldiler” cevabını alınca sinirlenmiş, evi terk etmiş. İşte 15 günlük ayrılıkta, adamın içinden bir şair çıkmış.  Ne de olsa 35 yıllık hayat arkadaşından ilk ayrılıymış. Ve yıllarca dilimize pelesenk olacak o şarkının sözleri, o gece yazılmış;

“Geldim yarım/ Kaldım yarım/ Neydi ne oldu şu tez canım/ Ertelendim hayattan/ Sevdim yarım/ Derken, bugün olmazsa, olur yarın/ Kendimden kaçak/ Yarim keskin bıçak/ Nerde bende o yürek/ Yardan cayacak/ Hep köşe bucak…”

Bıçaktan keskin kalemiyle yıllar önce yazdığı bu şiiri, yakın arkadaşı Sezen Aksu’ya da 2000 yılında anlatmış Vedat Okyar! Aksu hikayesine de şiire de çarpılmış ve işte o an albümün en anlamlı şarkısı ortaya çıkmış. Ve Okyar’ın ricasıyla şarkının söz yazarının o olduğu açıklanmamış. İşte dinlerken de söylerken de yüreğimizi dağlayan ‘Keskin Bıçak’ , meğer ünlü futbolcunun eşine armağanıymış!

Sporcu, futbolcu olup şair de olunabiliyormuş işte!

Hem zaten şiir dediğimiz, yazanın iç acıları toplamı değil de ne!

Ruhun şad olsun büyük kaptan!

……………………..*………………………………

HAFTANIN EN’LERİ

Haftanın Feshi: İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Savaş Kabinesini feshetmesi!

7 Ekim'de başlayan İsrail-Hamas çatışmalarının ardından kurulan İsrail Savaş Kabinesinde üyeler arasındaki anlaşmazlıkların bitmemesi nedeniyle kabinenin feshedilmesi kararı alındı. Gazze’deki savaşın, İsrail açısından beklenen sonuçları doğurmamasıyla bu başarısızlığın yükleneceği bir günah keçisi lazımdı, bulundu! Netanyahu, başarısızlığın sorumluluğunu savaş kabinesine yükleyerek kendince kurtuldu! O işler öyle olmuyor yanız, tarih hiçbir şeyi unutmuyor- unutturmuyor! 

Haftanın Düşüşü: Mecazi değil, sözlük anlamıyla düşüş! 'Yüzüklerin Efendisi' ve 'Hobbit' serilerinde 'Gandalf rolüyle tanınan ünlü oyuncu Ian McKellen düştü. 85 yaşındaki oyuncu, 'Player Kings' adlı gösteride bir savaş sahnesini oynarken dengesini kaybedip sahneden düştü. Hemen hastaneye kaldırılan ünlü oyuncunun durumunun iyi olduğu belirtildi. İlerlemiş yaşına rağmen meslek aşkıyla sahnede olan Gandalf’ımıza acil şifalar diliyoruz. 

Haftanın Paniği: Denizlerin tehlikesi! İspanya’da bulunan Kanarya Adaları’nın Telde bölgesindeki turistik bir plajda, bir köpek balığının kıyıya çok yakın görülmesi sebebiyle plaj kapatıldı! İyi ki bizim denizlerde görülmüyor valla, sokak köpekleri uyutulsun’u savunanlar, köpekbalıklarını anında harcarlar! 

Haftanın Tehlikesi: Hamile ve nakil hastalarını özellikle ilgilendiriyor. Özellikle son dönemlerde çocuklarda sık rastlanan ve halk arasında beşinci hastalık olarak bilinen Parvovirüs B19'un hamileler ve nakil olmuş hastalar için ciddi risk oluşturduğu açıklandı! Genellikle okul çağındaki çocuklarda görülen ve her 4 ila 7 yılda bir salgına neden olan hastalık, bağışıklık sistemi düşük kişilerde hayati tehlike yaratıyormuş! Herkes korusun kendini valla, virüsün nereden- kimden geleceği belli değil! 

Haftanın Tespiti: Doğal İzmir kekiğinin mucizesi! Muğla'dan Kaz Dağları'na kadar olan Ege Bölgesi'nde yaygın olarak bulunan ve Origanum onites, halk arasında İzmir kekiği denen bitkinin, özellikle çoklu ilaç dirençli mikroorganizmalara karşı çok güçlü etki gösterdiği belirtildi. Bu etkinin, eczanelerde satılan bütün antibiyotiklerden çok daha güçlü bir etki olduğunun da altı çizildi. Doğal hayattan kimyasala olan farmatik yolculuk, doğaya dönüş ile devam edecek gözüküyor! Benden de buna hep destek, tam destek!

OSZAR »